Mevlevi Kültürü;
Mevlevilik din, dil, ırk ve milliyet ayrımı gözetmeden tüm insanlığa hizmet etmek, Hz. Mevlâna’yı tanıyıp O’nun gibi olmaya çalışmak; Tanrı’dan söz etmektir.
Arapça bir sözcük olan ‘Tarikat ‘yol’ demektir. Hz. Mevlâna’nın yoluna bağlanan Hz. Mevlâna’ya; Seyit Ahmet Rufai Hazretleri’ne bağlanan Seyit Ahmet Rufai Hazretleri’ne; Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne bağlanan da O’na koşuyor demektir. Görüldüğü gibi tüm pirler aynı yerden söz etmekte, hepsi de insana koşmakta ve insanlığı temsil etmektedir.
Hz. Mevlâna tüm insanlığın sevgi ve güzellik kaynağıdır. Hangi din ya da milletten olursa olsun hepsini sever, kucaklar. O’nda din farkı yoktur. İyi kötü, zengin fakir, inanan inanmayan herkesi bir gören yolumuz, birlik sevgi ve kardeşlik yoludur. Çünkü Hz. Mevlâna kadar sevgiyi, aşkı söyleyen manevi bir üstat dünyaya gelmemiştir ve gelmeyecektir de. Hz. Mevlâna bir aşk ve sevgi ustasıdır. Her milletten dünyanın tüm aydınları, kişiliklerini O’nun eserlerinde bulurlar. Hz. Mevlâna insana çok önem vermiş, hatta insanı “Tanrı”lıkla sıfatlandırmıştır.
Hz. Mevlâna’nın bu denli sevilmesinin nedeni O’nun bütün insanları olduğu gibi kabul etmesindendir. O:
“Gel! Gel!
Ne olursan ol gel,
İster kâfir ol, ister putperest, ister Mecusi,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel;
Bizim kapımız ümit kapısıdır, ümitsizler kapısı değil, nasılsan öyle gel”
Diyerek bu güzel daveti tüm insanlığa yedi yüz yıl önce yapmıştır. Bu âleme birçok peygamber gelmiş, ancak Hz. Davut, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed kitaplarıyla tanınmışlar, yaşadıkları devirde insanlığa en güzel şekilde hizmet edip topluma ışık olmuşlardır.
Hz. İsa, Hz. Muhammed’in geleceğini şöyle müjdeliyordu:
“Benden sonra, Tanrı’yı çok güzel anlatacak “Ahmed” adında bir prens gelecek, kim ona yetişirse selamımı söylesin; beni de dostlarından saysın.”
Toplumu karıştırıp ikilik tohumunu atanlar herkesten ziyade din adamları olmuştur. Papazlar Hz. İsa’ya, hahamlar Hz. Musa’ya, hocalar da Hz. Muhammed’e tam manasıyla bağlı olmadıklarından ikilik yaratmışlardır. Hz. Mevlâna,
“Peygamberler hakkında ne buyurursunuz?” Sorusuna
“Bana göre bütün peygamberler Ahmed’dir” cevabını vermiştir.
İsa da, Musa da, Davut da, Yusuf da Ahmed’tir. Çünkü peygamberlerin hepsi aynı Allah’tan konuşmuşlardır. Peygamberler de mumlar gibidir. Yaktığınız yüz mumun ister ilki, ister sonuncusu hepsi karanlığı ortadan kaldırmak içindir. İşte peygamberler de böyledir. Bir insan biri buldu mu hepsini bulur; biri bulamadıysa hiçbir şey bulamaz. On da yazsan, yüz de, bin de, bir milyon da yazsan hepsinde öne “bir” çıkar. O “biri” bulduysan eğer kâinatı bulmuş olursun. İnsan çok büyük bir varlıktır, o bir kâinattır; kâinat da insan. Biz de burada “insan” olabilmek için bir araya geliyoruz.
Hz. Mevlâna insanın son varlık olduğunu söyler. Dünyada ne kadar varlık varsa hepsi de insandan önce yaratılmıştır, o nedenle insan kendinden önce devran ettiği tüm varlıkları tanır. Çünkü Allah en son insanı yaratmış; kendisini de insanda yaratmıştır. İnsan gözüyle tüm yarattıklarını seyredip isimlendirmiş kendi ismini de insandan almıştır. En büyük nimet olan aklı da insana vermiş, başı üzerine yerleştirmiştir. İnsan bir düşünürdür; neyi düşünürse bakışı orayadır, orayı seyreder. Dünyevi varlıkları düşünüyorsa onu seyreder; Allah’ı düşünüyorsa Allah’ı seyreder ve o nedenle kötülük de yapamaz; ama O’nun dışına çıktıysa her türlü kötülüğü yapar. Bütün peygamberler Allah’tan elçilik yapmışlardır. Hiçbiri insanlara kötülük yapmamıştır. İnsanların yüklerini almışlar, onları güzel yollara sevk etmişlerdir.
Hz. Mevlâna gelmiş geçmiş bütün peygamberleri ve cemaatlerini de kucaklamış ve hepsine birlikten söz edip birliğe davet etmiştir. Güneş olmasaydı dünya hiçbir işe yaramazdı. İnsan da canlı bir dünyadır; onu güzelliklere yönelten sevgidir. Bir insanın içinde sevgi yoksa eğer, o yaşarken ölmüştür. İnsanlar kulaktan, hayvanlar ağızdan beslenir. İnsan güzel sözler işittiği zaman ruhu ferahlar, kötü sözler işittiğinde ise ruhu kararır. Burada hep güzel sözler konuşulur; çirkin sözler konuşulmaz. O nedenle yüzler güler, diller tatlı konuşur; burada yaşam güzeldir. Bizim felsefemiz de işte budur.
Hz. Mevlâna’yı daha iyi anlayabilmek için önce Sultan Veled’in Maarif’i, ardından Hz. Pir’in Fihi ma fih’i okunur. Ahmed Eflâki Dede’nin eseri Menâkıbu’l Arifin’den sonra Mesnevi’ye geçilir. Mesnevi’de bütün hikâyeler bizi, yani ‘insanı’ anlatır. Sözü geçen hayvanlar ise nefsimizi temsil ederler. Bunları okumadan Mesnevi’den tat alınmaz. Ardından Hz. Mevlâna’nın Divan-ı Kebir’i okunur. Şems-i Tebrizi’yi tanımadan önce yazdığı Mecalis-i Seb’a isimli güzel bir eseri de vardır. Hz. Mevlana camide hatiplik de yapmış, yüze yakın müftü de yetiştirmiştir.
Hz. Mevlâna vasiyetinde:
“Kim benim eserimi okursa, biraz yüksek sesle okusun; yüksek sesle okursa onun dilinden ben seslenirim. Kulakları duyunca sözlerimi daha güzel kavrar. Gözleriyle sessizce okursa çok şey kaybeder” demiştir. Yani sessizce göz gezdirmekle bir şey anlayamayız.
Her türlü zorluk ve geçim derdi, ne varsa insana yüklendiği bir devirde yaşıyoruz. O nedenle
Hz. Mevlâna yeni gelen yolcuyu sadece altmışaltı kez Allah zikri ile vazifelendirmiştir. Zikir de bir yana, bu yola temiz bir gönülle gelmişseniz bu yolu her an zikretmekte olursunuz.
Mevlâna Hazretleri yedi yüz sene önce bakın söylüyor:
“Bu kadar Allah dediniz, hala mı Allah’laşamadınız? Bu kadar Kur’an okudunuz, halâ mı Kur’an’laşamadınız?”
Acaba bunları neden söyledi? Eğer o tevhide aşkla girdiysen, bil ki o zikrin sahibi de sensin. Senden sanadır o zikir. Zira kendinden geçiyorsun. Âşık kendinde değildir; onun bedeninde maşuk vardır. Kur’an-ı Kerim’i de aşksız okuduğun için Kur’an’laşamıyorsun, Kur’an-ı natık, yani canlı Kur’an, konuşan Kur’an olamıyorsun. ‘Namazını kıl, orucunu tut, zikrini de yap, gerisini Allah’a bırak, Allah kabul eder’ gibi sözler yanlıştır. Eğer bu hizmetleri tertemiz bir gönülle, tam bir aşkla yaptıysan, anında mükâfatını da alırsın. Aşksız bir derviş imansız softaya benzer. Yol insana çıkıştır, başka bir yere değil. İnsan bütün âlemin temsilcisidir.