Hasan Rıza (Çıkar) Dede
Grubumuzun Onursal Başkanı Hasan Rıza Çıkar Dede1934 yılında Makedonya’nın Üsküp şehrinde dünyaya gelmiştir. O dönemlerde Üsküp kültür, sanat ve akademik anlamda Balkanların en önemli merkezlerinden bir idi. Hasan Rıza Çıkar çocukluk yıllarında, farklı din ve mezheplerden inançların yaşandığı kentte dini eğitim almıştır. Üsküp’te bulunan Murat Paşa Camii ve Yahya Paşa Cami’lerinde bir dönem fahri müezzinlik de yapan Hasan Rıza Çıkar, eğitimini tamamladıktan sonra ailesiyle birlikte 1959 yılında İstanbul’a göç etmiştir.
Ailesinden aldığı dini terbiye ve Üsküp’teki tasavvuf çevrelerinin de etkisiyle İstanbul’da daha da yoğunlaşan tasavvuf sevgisi ve ilgisi O’nu önce kitap okumaya ve araştırma yapmaya yönlendirmiş, daha sonra İstanbul’daki tasavvufi çevrelerle tanışmasıyla devam etmiştir. Girdiği çevrelerde yaptığı Mevlana aşkıyla dolu konuşmaları, kendisini Üsküp’ten de tanıdığı ve ileride ilham kaynağı olacak Hakkı Dede’ye kadar götürmüştür.
Böylece Onursal Başkanımız Hasan Rıza Dede, 1960 yılında Üsküp Mevlevihanesi’nin son postnişini Hakkı Dede ile tekrar karşılaşmış ve hayatında yeni bir dönem açılmıştır. Hakkı Dede’yle karşılaştıktan ve O’nun güzelliklerini gördükten sonra O’nun manevi öğrencisi olmuş ve Mevlevi düşüncesine büyük bir aşk ve imanla gönül vermiştir. Bu tarihten itibaren Hakkı Dede’nin yanından ayrılmamış ve aralarındaki manevi ilişki Hakkı Dede’nin O’na manen soyunmasıyla devam etmiştir. Böylece 1965 yılında Hz. Mevlana’nın manevi temsilciliğine ulaşmıştır.
1987 yılında Konya’da düzenlenen Şeb-i Arus törenlerinde postnişin olarak Hz. Mevlana’yı temsil etmiştir.
Hz. Mevlana’nın 700 yıl önce kullanmış olduğu kırmızı meydan postu Hz. Mevlana’nın Hakk’a yürümesi ile kendisinden sonra torunlarına ve halifelerine intikal etmiştir. Hz. Mevlana’nın bizzat kullandığı ve manevi değeri yüksek olan bu postu, son yüzyılın içinde sırasıyla Hz. Mevlana’nın 20. kuşaktan torunu Bakır Çelebi emanetinde bulundurmuş, daha sonra bu emaneti oğlu Celalettin Çelebi devralmıştır. Celalettin Çelebi’den sonra Konya postnişini olan Selman Dede otuz yıl boyunca bu emaneti korumuş ve 1993 yılında Hz. Mevlana’nın manevi buyruğu ile Hasan Rıza Çıkar’a devretmiştir. Elli üç yıl boyunca Hz. Mevlana’nın manevi temsilciliğini yapmış olan Hasan Rıza Çıkar, Hakk’a yürüdüğü 13 Ekim 2018 tarihine kadar bu postla hizmet etmiştir.
Kuruluşunda öncülüğünü yaptığı Galata Mevlevihanesini Yaşatma Derneği ve Evrensel Mevlana Âşıkları Vakfı vasıtasıyla Hz. Mevlana’ya gönül verenlere bir hizmet zemini oluşturan Hasan Rıza Çıkar, müntesip ve muhiplerinin oluşturduğu Çağdaş Mevlana Âşıkları grubunun okuduğu ilahilerin büyük bir kısmının da söz yazarıdır.
Hasan Rıza Çıkar ve bir dönem Onursal Başkanlığını yürüttüğü Galata Mevlevihanesini Yaşatma Derneği; 1981 yılından, restorasyonun başladığı 2007 yılına kadar, İstanbul Galata Mevlevihanesi Müzesi’nde Tasavvuf Musikisi Konseri ve Sema Töreni etkinliklerini 26 yıl aralıksız sürdürmüştür. Ayrıca Fatih ilçesi Şehremini semtinde hizmetlerine devam eden Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi’nde her Perşembe gecesi düzenlenen halka açık toplantılarda, yurtiçinden ve yurtdışından gelen Mevlana hayranlarına sunulan Hasan Rıza Dede sohbetleri ve sema gösterileriyle Hz. Mevlana’nın birlik mesajı tüm insanlığa aktarılmaktadır.
Gelmiş geçmiş onca düşünür, sayısız veli ve Hakk aşığı içinde Hz. Mevlana kadar insanı yücelten ve insanın Tanrı katında ne denli yüce bir varlık olduğunu bu kadar açık dile getiren biri olmamıştır.
Sevgiyi ve aşkı onun kadar derin anlatan ve tüm insanlığa armağan eden birine rastlamak mümkün değildir.
Mevlana sadece yaşadığı devrin değil, tüm devirlerin bir tevazu abidesi aydınlıklar saçan ışığıdır. Tüm insanlığın düşünen başı, duyan gönlü olan Mevlana’nın yolu sevgi ve barıştır.
Mevlana’ya göre sevgi, “İnsanı hayata bağlayan zincirin en güçlü halkası ve insanı yaratanına ulaştıracak merdiven”dir. Tanrı ve insan sevgisi ile yanıp kavrulan Mevlana, son nefesine kadar insanın topluma yararlı olmasını ve hizmet etmesini istemiştir.
Bu konuda şöyle seslenir: “Bir mum dahi eriyip gideceğini bildiği halde etrafına ışık saçmaktan geri durmaz, ey insan sen ki yaratanın kudretiyle dopdolu iken neden geri durasın?”
Mevlana’nın ağzından çıkan her sözü ve davranışı birlik, kardeşlik mesajlarıyla doludur. Seslenişi tüm insanlığadır.
Mevlana insanların arasındaki dayanışmaya çok büyük önem verir ve yardımlaşmanın ancak olgun insanlarda görülen güzel bir davranış olduğunu açıklarken:
“Eğer insanlar birbirine yardım etmiyor ve birbirinin mutluluğunu istemiyorsa, onlar ne olgundur ne de insan!” der.
Mevlana her hususta başkalarını düşünen, kayıran, severken aynı zamanda insanların gönüllerini tamir eden, insanlardaki ıstırapları yumuşatan, fenalıkları eriten, ihtirasları, kirleri yok edip temizleyen gönüller sultanıydı.
Mevlana bütün suçların yıkanıp arındığı, bütün günahların tertemiz olduğu af ve anlayış kapısıdır.
Bir gün O’na: ”Filan kişi hiç günah işlememiş” dediklerinde Mevlana dudak bükerek: ”Keşke işleseydi de sonra pişman olsaydı” demiştir.
Her an taze bir umut saçan Hüdavendigar Hz. Mevlana’nın mizacı da hoş ve tatlıydı. Her şeyi şakaya almasını bilirdi. Birinin bir başkasına kızıp: ”Senin postunu yüzerim“ demesi üzerine Mevlana:
“Ne iyi adammış. Biz dostun rahmetine kavuşmak için gece gündüz postu çıkarmak ve onun zahmetinden kurtulmak arzusundayız. Keşke gelse de bizi de postun derdinden kurtarsa!”
diyerek hem güldüren, hem de düşündüren bir insanlık ustasıydı.
Mevlana’ya göre mala ve mülke tapanların dostluğu dünyevidir.
O’na göre gerçek dostluğun şartı kendini dostuna feda etmek, dost için gereğinde kavgaya atılmaktır. Mevlana sevdiklerini her şeyi ile severdi. O’nun sevgi anlayışı maddi çıkarlara dayalı aldatmacalar değil, mert gönüllerin coşkusu ve karşılıksız sevgiydi.
Her şeyin ilacının sevgi olduğunu söylerken şöyle diyor:
“Sevgiden bakırlar altın kesilir, dertler sevgiye derman olur ve ölüler sevgiden dirilir.”
Mevlana en güzel sevginin Tanrı’ya duyulan aşk olduğunu söylerken Allah sevgisinde yok olarak sonsuz hayatın müjdesini vermiştir. Bir mısraında şöyle diyor:
“Sevgide derlenip toplananlar şu insan kalabalığı gibi ölmezler”
ve bir başka yerde de şöyle sesleniyor:
“Aşksız olma ki ölü olmayasın. Aşkta öl ki diri kalasın.”
Yaşadığı sürece insanı olgunlaştırıp kemâlâta erdiren sevgiyi, insanlık sevgisini esas tutan Mevlana hudutsuz tolerans ile iyiliği, hayrı, sabrı, sükûneti, hazımlı olmayı, itidali, merhameti ve affetmeyi öğreten Mesnevi’sinde şöyle sesleniyor: ”Sevgiden acılar tatlılaşır, sevgiden bulanık sular arı duru hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur, padişahlar kul olur.”
Dünya tarihinde hiç kimse O’nun kadar aşkla gıdalanmamış, hiç kimse onun kadar aşkı dile getirmemiştir. Âşıkların Mevlana’sı büyük bir Hakk aşığıdır. Aşkta kemale ve ölümsüzlüğe ermiştir. Divan-ı Kebir ve Rubaiyat’ı sonsuz aşkının, Fihi Ma fih ve Mecalis-i Seba’sı sohbetlerinin ve yirmi altı bin beyitlik Mesnevi’si kemâlâtının bir eseri olarak insanlığa hakikatleri armağan etmiştir.
Şöyle diyor aşk için: ”Aşk geldi, damarlarımda derimde kan kesildi, beni kendimden aldı sevgiyle doldurdu. Benden kalan yalnız bir ad, ötesi hep O!”
Mevlana hayat sevgisini ve o muhteşem aşkı ölümsüzlük manasıyla yoğurup, kendinden sonraki nesillere bir iksir hassasiyetiyle içinde sunan bir gönül eridir. İnsanlar üzüntülerine dermanı onda bulmuş, fazilet ve hakikati onun sözlerinde aramıştır. O, inanç ve sevgi olmuştur. Ölmekte dirilmek, varlıkta yokluktur. Beraberken bile hasret çekmek, zamanda zamansızlığa uçmaktır.
Mevlana’nın bu sevgisi sabah rüzgârı kadar serin, dosttan ayrı kalmış gönüllere arkadaş olacak kadar yücedir. Hz. Mevlana’nın görüşünde aşk duyulan ve insanı var eden sevgili Hakk’ın kendisidir.
Mevlana’ya göre insanın en önemli görevi kimliğini bulması ve Tanrı’nın hakikatine vakıf olmasıdır. Ancak bu şekilde insanlık sıfatına layık olabileceğini söylerken şöyle diyor: ”Eğer sevgilini görmediysen, bulmadıysan neden aramıyorsun? Eğer bulduysan neden coşmuyorsun?”
EY İNSAN
Kendini bil ey insan, bin sır ile Tanrı yüklemiş seni.
Sen ayna, O’dur güzelliğin sultanı ey insan…
Âlemde ne varsa sendedir her an için,
Sen sende ara kendini, kendini tanı ey insan…
Tüm sende olan sırlar açıklansa eğer,
Gül bahçesi olurdu gök ile yer, ey insan…
İnsandan silinsin şu kibir, gör o zaman,
Her firavun sanki Musa Peygamber ey insan…
Dünyada ilk son varlıksın ey insan…
Allah katında tek varlıksın, Halife-i Hakk’sın ey insan…
Yerin göğün tek varlığı, kâinatın nurusun ey insan…
Âlemler sende zuhur oldu, sen Hakk’sın ey insan.
HASAN RIZA ÇIKAR
Mevlana’nın kişilerin hür iradelerine verdiği olağanüstü değer insanoğlunu adeta kutsal bir varlık derecesine yükseltir. Bunun için kendisini tanımasına ayrıca önem verir. O hiçbir doğuş farkı, sonradan edinilmiş hiçbir fark tanımadan bütün insanlığa değer verir. En kötü insanı dahi bağışlanmaya ve sevgiye layık görür. Tanrı aşkının insanı ne derecelere yüceltebileceğini bildirir. Daima yumuşak huylu olmayı, böylelikle gönüllerin fethedilebileceğini belirterek şöyle der: “Kim olursan ol, çevrendeki insanlara ayrım yapmadan onların hatırını sormayı, hatırlarını ele almayı gerekli bil. Hatta o kişi düşman bile olsa ihsanda bulunmak iyidir. Çünkü ihsan yüzünden adama dost olur.
Dost olmasa bile kini azalır. Çünkü ihsanda bulunmak kine adeta merhemdir.”
Hz. Mevlana sadece kendi çağında değil, temsil ettiği geniş hoşgörü, neşe ve umut meşalesiyle kendinden sonraki çağlara da ışık tutmuştur. O’nun fikirleri her çağda taze, yeni ve öncüdür. O Allah’ın bağışlayıcı ilhamı ile günah ve kusurları hoş görebilmiştir.
O insanları birlik olmaya, Allah’ın birliğinde yok olmaya, erimeye çağırmıştır. Kadınları aşağı gören, insan hassasiyetiyle bağdaşmayan her türlü kurum ve düşünceye karşı çıkmış büyük bir insandır.
Mevlana; kadın-erkek, zengin-fakir arasında hiçbir ayrım yapmayan gönüller sultanıdır; kadınların sevgi ve dostluğunu kazanmış, onları yüceltmek için özellikle onlarla sohbetlerde bulunmuştur. İnsanların dış görünüşlerine değil, özüne bakan yüce sultan onları gerçeğe yönelterek Hakk nuru ile aydınlatmaya çalışmıştır.
Ahmet Eflaki Dede’nin eseri Ariflerin Menkıbeleri’nde şöyle anlatıyor:
“Konya’nın bütün hanımları her Cuma akşamı sultanın vekillerinden olan Emüniddin Mikail’in hanımının huzurunda toplanırlar ve mutlaka Hüdavendigar’ı davet etmesi için yalvarırdı. Bu cemaat toplanınca tam bir huzur içinde Mevlana’nın gelmesi beklenirdi. Mevlana akşam namazından sonra kimseyi rahatsız etmeden tek başına onların yanına gelir, onlarla otururdu. Kadınların hepsi O kutbun etrafında halka olurlar ve Mevlana’nın üzerine gül yaprakları dökerlerdi. Mevlana hazretleri bunların arasında sabaha kadar manalar, sırlar saçmakla, nasihat etmekle meşgul olurdu. Sonunda şarkı söyleyen cariyeler ve neyzen kadınların üflediği neyler eşliğinde Sema edilirdi.”
Hangi sınıftan olursa olsun, insanlara sevgiyle yaklaşmak, onları kendi özünden haberdar edip Tanrı lezzetiyle sarhoş ederek doğru yola sevk etmek, yüce Mevlana’mızın en büyük vasıflarındandı. Bakınız bu konu Ariflerin Menkıbeleri’nde nasıl anlatılıyor:
“Sahip Isfahani hanında güzel bir kadın vardı. Kendisi erkeklerin nefsi arzularını dindirdikleri topluma uygun olmayan bir işle meşgul olmaktaydı. Bir gün Hz. Mevlana bu hanın önünden geçiyordu. Bu kadın handan çıkıp koştu, baş koyup Hz. Mevlana’nın ayaklarına kapandı. Son derece yalvarıp yakararak saygılarını sundu.
Yüce sultan: ”Rabia…Rabia…Rabia…” diye üç defa bağırdı.
Diğer kızlara da haber gitti, hepsi dışarı fırlayıp Hz. Mevlana’nın ayaklarına kapandılar. Hüdavendigar: ”Ne de büyük pehlivanlar, ne de büyük pehlivanlar, bu kadar şehveti ve kötü nefsi kim yenerdi? İffetli ve namuslu kadınların iffeti ve namusu nasıl anlaşılırdı?” diye buyurdu.
Mevlana’nın bu sözlerini işiten devrin büyüklerinden biri, “Mevlana gibi büyük bir adamın bu genelev kadınları ile böyle ilgilenmesi ve onlara böyle iltifatlarda bulunması manasızdır” der.
Bunu duyan Mevlana: ”Bu kadın olduğu gibi hareket ediyor ve olduğu gibi riyasız görünüyor. Eğer sen de erkeksen onun gibi ol, iç ve dışının bir olması için ikiyüzlülüğü bırak. Eğer için dışın bir olmazsa işin batıldır, boştur” diye buyurur. Sonunda o güzel kadın Rabia gibi tövbe ederek emrinde bulunan kızları azat etti. Ahiret kadınlarının sırasına geçti ve Hz. Mevlana’ya mürit olup çok hizmetlerde bulundu.”
Çevresinde insana sevgiyi, kadına saygıyı İslami bir kaide olarak benimseyip ömrü boyunca yaşayan Hz. Mevlana eşine, kızlarına, gelinlerine, manevi evlatlarına aynı incelik ve zarafetle davranmış, hep sevgi ve adaletle hükmetmiştir.
Bir gün Mevlana’nın kızı Melike Hatun cariyesini azarlamıştı. Hz. Mevlana içeri girdi ve: ”O’nu niçin azarlıyorsun, incitiyorsun? Acaba o bir hanım, sen de cariye olsaydın ne yapardın? İster misin ki bütün dünyaya ‘Allah’tan başka kimsenin kölesi ve cariyesi yoktur’ diye fetva vereyim? Hakikatte onların hepsi bizim kardeşlerimiz ve kız kardeşlerimizdir” demiştir.
Büyük Mevlana Tanrı’nın ilhamına mahzar olduğu için bütün insanlık âleminin malı olmuştur. Din, mezhep, ırk ve millet farkı gözetmeden tüm insanları sevmiş ve onlara sevmeyi öğretmiştir.
Hz. Mevlana bu çağrıyı yaparken eşine rastlanmayan bir incelik ve sabır göstermiş, sahip olduğu Tanrı’nın güzel vasıflarıyla, yaratandan ötürü tüm yaratılmışlar arasında ayrım yapmadan hoşgörüyü, sevgiyi ikram etmiştir.