Mevlana Celaleddin Rumi

Mevlana'nın Hayatı;

Mevlana Celâleddin Muhammed’in Belh’te, 6 Rebiülevvel 604, Miladi 1207’de doğduğu rivayet edilmiştir. Fakat Mevlânâ 1207 yahut 1212’de Semerkand’ın istilâsında, o şehirde bulunmuştur. Fihi mâ fih’te, ‘Semerkand’daydık’ diyor; Hârezmşâh şehri kuşatmıştı. Bir mahallede pek güzel bir kız vardı; öylesine güzeldi ki o şehirde benzeri yoktu. Duyuyordum, her an, ”Yarabbi diyordu, beni zalimlerin ellerine vermeyi reva görüyor musun? Biliyorum ki reva görmezsin. Sana dayanıyorum ben, güvencim sensin benim.” Şehri yağma ettiler; bütün halkı esir edip götürdüler; hatta o kadının cariyelerini bile aldılar da o kadar güzel olmasına rağmen ona kimse bakmadı; ona hiçbir elem erişmedi.
Görülüyor ki Mevlânâ sonradan duyduğunu rivâyet etmiyor; içinde bulunduğu şehirdeki bir olaydan söz ediyor, duyuyordum diyor. İnsan doğduğu yılda yahut beş yaşındayken olan bir hadiseyi bu çeşit anlatmaz, anlatamaz. Kaldı ki 600 yılındaki Gur hükümdarıyla Hârezmlilerin savaşından da söz ediyor Mevlânâ. Oysa bu olay rivayet edilen doğum tarihinden dört yıl öncedir. Bunlardan başka Mevlânâ divanındaki bir gazelinde, “Kırk yıllık akıl, beni düşüncelere baş aşağı daldırmıştı; altmış iki yaşımda av oldum da tedbirlerden kurtuldum” mealindeki beyitle Şems’le altmış iki yaşında buluştuğunu apaçık bildiriyor. Bir başka beyitte de, “Tebrizli Şems” diyor, “altmıştan sonra şiveler göreyim diye beni yeni baştan gençleştirdi.” Gene bir beyitte, “pir” diyor, “bizi yeniden gençleştirdi; hâsılı ben hem gencim hem ihtiyar.” Şems Konya’ya 642 Cumadelâhırası’nın yirmi altıncı Cumartesi günü, Miladi 26 Kasım 1244’de gelmiştir. Mevlânâ bu tarihte altmış iki yaşında olunca hicri 580, Miladi 1184’de doğmuştur ve rivayet edilen tarih her nasılsa biri tarafından uydurulmuş ve bu hata yıllar yılı sürüp gitmiştir.
Eğitim hayatına Belh’te ve bilhassa babasının feyziyle başlayan, bilgisini onun irşadıyla genişleten ve derinleştiren Mevlânâ, babasının vefatından bir yıl sonra onun halifesi Seyyid Burhaneddin Tirmizi’nin Konya’ya gelmesi üzerine ona intisap etmiş, onun teşvikiyle Halep ve Şam’a gitmiş, tahsilini tamamlamış, tekrar Konya’ya dönmüştür.
Göç, evleniş, Halep’te, Şam’da tahsil, sonra pek çetin bir zahitlik ve riyazet; sonra Şems’le buluşunca temelinden değişen bir hayat; coşkunluk, cezbe, sema meclisleri, halkın kınayışına hedef oluş, Şems’in şehadeti, gönül yarası, Şam’a iki kere umutla gidiş, yeisle dönüş, arkasından temkin ve sükûn devresi, Çelebi Hüsâmeddin’le hemdem oluş, “Mesnevî”nin yazılışı; bu dalga dalga coşan, köpüren, durulan; genişleyen, derinleşen, insanlığı içine alan; seven, sevdiren yaşayış Mevlânâ’nın sağlam bünyesini yıpratmıştı. Yaşı da doksanı bulmak üzereydi. Dinlenmeye, ebedî huzura muhtaçtı artık. Derken Mevlânâ’nın yorgun bedeni yatağa düşmüştü. Bu sıralarda Konya’da da sık sık depremler olmadaydı. Halk Mevlânâ’ya başvurdu. O, “yerin” dedi, “karnı acıktı; yakında yağlı bir lokma yer ve deprem durur.”
672 yılı Cumâdelâhırasının dördüncü Cumartesi günü Mevlânâ biraz iyileşir gibi oldu. O gün akşama kadar gelenlerle görüştü, konuştu; fakat her sözü bir vasiyetti sanki. Akşam olmuş, karanlık çökmüştü. Sultan Veled gecelerdir uykusuzdu; Çelebi Hüsâmeddin yanı başındaydı Mevlânâ’nın.
Ertesi Pazar günü derîn bir sükût içinde geçti. Mevlânâ gene ağırlaşmıştı. Şehirliler işlerini bırakmışlar, köylüler şehre inmişlerdi. Herkes fısıltılarla konuşuyor, herkes rastladığının yüzüne bakıp bir şeyler sezinlemek istiyordu. Gözler yaşlıydı, hıçkırıklar duyuluyordu Konya’da. Gün kavuşurken Mevlânâ, kırk dört yıl önce gördüğü Konya’ya gözlerini yumdu; ebediyete doğmuştu Mevlânâ (5 Cumâdelâhıra 672, Pazar-17 Aralık 1273).