Sema

Sema;

 Sema aramı canı zindeganest,

Kesi danet ki ura canı canest.

 Canlar canına sahip, sema dirilerin canlarına rahattır, huzurdur. Canlar canına sahip olan bilir bunu. Bahçede yatıp uyuyan kendisini uyandıracak bir kişi ister. Fakat zindanda uyuyanların uyanmaları ziyandır. Nerede bir düğün, dernek varsa orada sema et, yas yerinde değil. Yas yeri feryat, figan yeridir. Kendi cevherini görmeyen gözünden, o ay gizlenmiş olan kişi yok mu, böyle kişiye semanın, tefin ne lüzumu var. Sema sevgilinin vuslatına erişmek içindir. Yüzleri kıbleye dönmüş kişiler, bu dünyada da sema ederler, o dünyada da. Hele semaya girmiş dönüp duran orta yerde Kabe’yi almış bulunanlar, şeker madeni dilersen işte orada. Zaten şeker madeni o çeşit kişiye değersizdir. Bedavadır adeta, gözün varsa bak sevgilinin yüzü her yerde apaçık görünmede…

Hz. Mevlana

Sema bir ibadet, bir zikirdir ve ilk defa Hz. Muhammed zamanında yapılmıştır.

Hz. Muhammed müşriklerden Medine’ye gitmek zorunda kaldığında; orada kendisine çevre de edindi. Müşrikler savaş hazırlığındaydı. O sırada amcasının oğlu ve Hz. Ali’nin ağabeyi Cafer-i Tayyar Hindistan’dan Medine’ye gelip Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı. Hz. Peygamber:

“Ya Cafer-i Tayyar! Seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordu.

“İşittim ki müşrikler seni ortadan kaldırmak için savaş hazırlığına başlamışlar. Sana yardıma,  uğruna can vermeye geldim” dedi.

Hz. Muhammed:

“Ya Cafer! Gönlüm seni öyle çok seviyor ki anlatamam” der demez, Cafer-i Tayyar,

“Ya Resulullah! Senden hep bu sözü duymayı istemiştim” diyerek cezbeye girdi ve ‘Allah!’ diyerek sema etmeye başladı. Hz. Muhammed evlatlığı Zeyd’e dönerek:

“Ya Zeyd! Öz evladım olsaydı onu bu kadar çok sevemezdim, bil ki seni öz evladımdan üstün tutuyor, seni çok seviyorum” deyince Zeyd de, ‘Allah!’ nidasıyla semaya kalktı. Hz. Ali’ye dönüp: “Ya Ali! Sen bendensin” dediğinde Hz. Ali ve ardından da Hz. Muhammed  hep birlikte sema etmeye başladılar.

Mevlâna Hazretleri Şems-i Tebrizi ile bir değirmen başına geldiklerinde, akan su değirmen çarkını döndürürken ona nazar eden Şems “Allah!” nidasıyla sema etmeye başlamış, ardından da Mevlâna semaya atılmış ve ilk kez değirmen başında birlikte sema etmişlerdir. İşte Hz. Muhammed döneminde yapılan o semayı da Hz. Mevlâna sahiplenmiştir. 

Hz. Mevlâna,

“Ay ve yıldızlar hepsi güneş etrafında döner, semadadır. Sema durursa nizam-ı alem bozulur.” der.

Aya çıkan roket, namludan çıkan mermi de sema etmeden hedefine varamaz. Keza motorlar, makineler, tekerlekler, elektronlar, hatta vücudumuzdaki kan dönerek deveran eder, kısaca her şey semadadır ve birçok şey sema ile kemalât bulur. Zikrin büyüğü semadır. Mevleviler sema ederken sağ ayakları yere vurdukça, kalple ‘Allah, Allah, Allah…’ diye zikrederler. Muarızlar ‘Mevlâna sema etmemiştir’ diyebilirler mi?

Bir gün Hz. Mevlâna’ya sormuşlar:

“Bütün hatipler ‘çalgı İslam’da haramdır’ diyorlar.”

Rebap çalan Hz. Mevlâna tebessüm edip,

“Benim rebabımın sesi Hakk âşıklarına Cennet’in kapılarının açılış sesidir; kaba sofulara da Cennet kapısının kapanış sesidir. Çünkü âşık olmayan sağırdır.”

Sema Hz. Mevlâna zamanında kuralsızdı. Semazen cezbe halinde aşka geldiğinde istediği kadar dönüyordu. Bugünkü Sema Töreni, oğlu Sultan Veled Hazretleri tarafından düzene sokulup anlamlı hale getirilmiştir; eğer sema bir düzene sokulmamış olsaydı, Hz. Mevlâna devrinde olduğu haliyle kalacak ve kimse ne manaya geldiğini anlamayacaktı.

Bir ‘Nur’ olan Hakk’ın, kendini ifade etmek için kâinatı yaratışını ve insanın Hakk’a ermesini anlatan Sema Töreni’nin bölümleri şöyledir:

            Semahaneye girişin tam karşısında kırmızı “meydan postu” vardır. Post ile giriş arasında olduğu var sayılan çizgiye ‘Hatt-ı İstiva’ denir. Bu gerçeğe ulaşan, birliğe giden en kısa yoldur. Bu çizgiye ayinde şeyhten başka kimse basamaz. Şeyh, Mevlâna’yı temsil eder. Post ise en büyük manevi makamdır. Kırmızı rengiyle doğuşu ve var oluşu temsil eder.

            Mutrıp, semazenler ve ardından şeyh de posttaki yerlerini aldıktan sonra naathan tarafından Itri’nin bestelediği, Hz. Muhammed’in methedildiği ‘Naat-ı Şerif’ okunur. Naat’tan sonra ‘Kün’ (Ol) emrini temsil eden kudüm sesi duyulur. Ardından ney taksimi başlar. Ney, kainata ruh verilmesini temsil eder. Taksim bitince peşrevle birlikte ‘Devr-i Veled’ başlar. Şeyh ve semazenler müziğin temposuyla semahanede üç devir yaparlar.

Birinci devir, Allah’ın güneşi, ayı, yıldızları ve bütün cansız varlıkları (cemadatı) yarattığını ama hiç birinin Allah’ı dile getiremediğini ifade eder.

İkinci devir, Allah nebatatı yarattığını, onların da Allah’ı dile getiremediğini,

Üçüncü devir, Allah’ın deniz ve karadaki hayvanlarla kuşları yarattığın, yine Allah’ı dile getiremediklerini anlatır.

Bu üç devirden sonra postlarına dönen semazenler hırkalarını çıkarıp, ellerini çapraz biçimde omuzlarında bağlarlar. Bunun anlamı ‘Allah’ın birliğine şehadettir. Ardından semazenler, şeyh ile görüşüp semaya girerler. Bu, ademiyata doğuşu temsil eder; Allah insanı yarattı, insanda kendini yarattı, kendini ve bütün evreni insanla dile getirdi. Semazen, semaya başladıktan sonra sağ el yukarı, sol el aşağı dönük olacak şekilde kollarını iki yana açar. Bu, ‘Hakk’tan alır halka saçarız, kendimize bir şey mal etmeyiz’ manasına gelir. Birinci selamda yolcu, Hakk’ın birliğine iman ederek şeriat kurallarını öğrenir. İkinci selamda, Hakk’a giden en kısa yolu yani aşk yolunu bulur. Üçüncü selamda, Hakk’ın özüne vakıf olup, o güzelliklere bürünür. Dördüncü selamda ise, o güzelliklerle halkın hizmetine geçer. Bu selamda şeyh de semaya girer. Hatt-ı İstiva’da semazenlerin ortasında sema eden şeyh sağ eliyle hırkasının yakasını açar, sol eliyle hırkasının iki ucunu tutar. Bu haliyle gönlünü herkese açtığını ifade eder. Ayinin bitiminde yapılan ney taksimiyle şeyh postuna çekilir. Posta vardığında okunan Kur’an-ı Kerim’le ayin sona erer.

                       

            Postların anlamlarına gelince; semazenlerin oturduğu toprak rengi postlar tevazuu temsil eder. Postnişinin oturduğu kırmızı meydan postu ise güneşin doğuşunu ve batışını temsil eder. Güneş ışıklarını verdiğinde meydan aydınlanır; kendini gizlediğinde meydan örtülür. O kırmızı rengiyle hem doğuşta, hem batıştadır.

Yeşil post irşat postu olup mânâ ilmine sahip olanların oturduğu posttur. Bir yolcu bir şey öğrenmek isterse bu post sahibinden ders alır, irşat olur ve kişilik bulur.

 

Beyaz post ise zahir ilim sahiplerinin, mesnevihanların oturduğu posttur.

BİRLİK (KIRKLAR-TURNA) SEMASI

Resulullah Efendi’miz, Hz. Ali Efendi’mizin beraberindeki, birbirlerine son derece bağlı, aralarındaki sevgi bağı ve muhabbeti herkesi imrendiren otuz dokuz kişiyi bir imtihana tabi tutmak ister.

Peygamber Efendi’miz Hz. Ali’yi karşısına alıp: “Ya Ali! Bir insanın kimliğine ermesi için bütün varlıklardan arınması gerekir. Şimdi seninle bir hizmet yapacağız ve ben sabah namazından sonar kapınızı çaldığımda sen içeriden: ‘Kim o?’ Diye sesleneceksin. Ben,

“Allah’ın Resulü Muhammed” olduğumu söylediğimde:

‘Buyur yok!’ Diyeceksin ve beni içeri almayacaksın. Bu senin için zor da olsa bunu yapmalısın ki bu topluluk kimliğine ulaşsın.

Ertesi gün yine aynı saatte kapınızı çalıp sen yine ‘Kim o?’ Dediğinde ben:

“Allah’ın habibiyim!” Diyeceğim ve beni içeri kabul etmeyeceksin. Üçüncü gün aynı şekilde sabah namazından sonra kapınızı çalacağım ve sen:

‘Kim o?’ Dediğinde ben de:

‘El fakr-u fahri âlem! (bütün âlemler benden üstündür, ben ise hepsinden aşağıyım) diyeceğim ve sen o zaman kapıyı açacaksın!” Demiş. Bunu söyleyen iki cihan serveri!

Hz. Mevlana da:

“Ben bir dükkân açtım, ismini de ‘Birlik Dükkânı’ koydum, dükkânıma gir, birden fazla bir şey bulursan eğer, ikilik sayılır”, biz de o biri tuttuk, o birle yaşıyor, o birden söz ediyoruz ve ‘bir’ olmaya çalışıyoruz. İkiyi bir görüyoruz, biri iki değil! Hz. Muhammed yokluğa bürünerek bize ders veriyor, sen yokluğa bürünmezsen eğer, ne kadar bilgi sahibi olursan ol, Hakk’ın varlığı hiç bir zaman senden yüz göstermez.

Mevlana diyor ki:

“Bilgeler akılla yola çıkıp yokluğa bürünmediklerinden meyveye gelirler ama dişleri ancak kabuğuna saplanır, tadını alamazlar. Eğer yokluğa bürünmüş olsalardı, topluma kimliksiz bir varlık olarak çıkarlardı. Onların bakışları, konuşmaları, oturup kalkışları farklıdır, çünkü onlar Hakk’tan başkası değillerdir. Kendilerini yok ettikleri yer neresiyse onlarda orası varlığını gösterir.

 

Hz. Ali bu nedenle Hz. Peygamber’e kapıyı açıp buyur etmiş, içeri girdiğinde hepsinin diz çökmüş halde şahımız Ali’yle soru-cevap şeklinde muhabbet ettiklerini gördüğünde O’na:

“Ya Ali! Siz kimsiniz, nesiniz?” diye sorduğunda O da:

“Resulullah Efendimiz! Kırkımız bir, birimiz kırkız” diye cevaplamış fakat o sırada, aralarında gençler de olmasına rağmen meclisin en yaşlısı olan üç yüz kırk yaşındaki Selman-ı Farisi’nin erzak almak için dışarıda olduğunu bildirmiş. Bunu üzerine Hz. Peygamber Hz. Ali’ye:

“Allah’tan emir geldi, şimdi sizi bir imtihana tabi tutacağım Ya Ali!” Dediğinde  O da:

“Peki ya Resulullah, hazırız!” Cevabını vermiş. Hz. Peygamber bir üzüm tanesi getirmelerini buyurup bu üzüm tanesini, Ali’den oradaki kırk kişiye ikram etmesini istemiş. Gelen üzüm tanesini önce Hz. Ali dudaklarına değdirip kokusunu aldıktan sonra diğerlerinin de kendisini örnek almalarını isteyip sırayla onlara da ikram etmiş ve hepsi de aynı şeyi yaptıktan sonra Hz. Peygamber:

“Şimdi bir imtihanım daha var!” Dediğinde Hz. Ali:

“Nedir ya Resulullah!” Diye sormuş. O da:

“Herkes serçe parmağını tığlayacak!” Talimatını vermiş ve hepsi de denileni yapmışlar.

O sırada Selman-ı Farisi erzakla eve geldiğinde, O’nun da serçe parmağından kan damladığını görmüşler. Bu olayla Hz. Ali’nin ne kadar doğru söylediği anlaşılmış ve Hz. Muhammed cezbeyle ‘Turna Semasına’ başlamış. Bu semayı Ali meydanında sadece Hz. Muhammed yapmış, o semayı da Aleviler ve Bektaşiler sahiplenmişlerdir. Alevi semahı da oradan çıkmıştır.

 

İki semada da Resulullah vardır ve her ikisi de ibadettir.

 

İşte bu bilgiden ilham alan Mevlevi Dedesi ve Postnişini Hasan Rıza Dede, bu iki aşk formunu birleştirdi ve böylece “Birlik Seması” doğdu.

Bu birlik ritüeli, musikide de yeni bir arayışı beraberinde getirdi. Klasik Mevlevi ayini ve semah musikilerinin temel yapılarını koruyarak birleştirebilecek bir ayin formuna ihtiyaç doğmuştu. İşte bu arayış neticesinde Mevlevi ve Alevi yolunun yenilik anlayışına ve hoşgörüsüne sığınarak 2009 yılında “Birlik Seması Ayini” bestelenmiştir.